top of page
Search
Writer's pictureOğuzhan Aygören

“Efsanevi olmak”

Geçtiğimiz günlerde Stanford Üniversitesi’nin girişimcilik köşesinden bir email aldım. Emailin içinde çeşitli videolar vardı ve bir tanesinin başlığı ilgimi çekti: “Hayatınızı efsanevi yapın”. Hemen videoyu izledim ve şunu düşündüm. Acaba Türkiye’de bu tavsiyeyi veren bir girişimci ya da iş adamı var mı?

Yurtdışında yaşayan veya batı dünyası ile çok sıkı irtibatı olan ve buralarda Türk insanına son derece olumlu örnek olan ve dünya çapında işler yapan bir çok insanımız var. Geçtiğimiz yıl Nobel ödülü alan Aziz Sancar, Atlantic Records’un kurucusu Ahmet Ertegün, girişimciliğin öncülerinden Ziya Boyacıgiller ve daha bir çok kişi. Bu kişiler dünyanın örnek aldığı işler yapan harika insanlar. Demek ki insanımız uygun şart ve ortamda efsanevi işler yapabiliyor ve bu tavsiyeyi verebiliyor.

Öte taraftan Türkiye’de yaşayan, iş yapan ve başarı hikayesi olarak anlatılan iş sahiplerinden efsanevi olma hedefini hiç duymadığımı sanıyorum. Bir çok iş adamının ve girişimcinin başarılarla dolu hikayesini dinledim. Bu hikayelerden çok faydalandım, ilham aldım ve öğrendim. Yine de Elon Musk’ın uzay işini çözmek için Rusya’ya kadar gidip eski bir roket aldığını öğrendiğimdeki şaşkınlığı yaşamadım. Ya da tüm dünyayı etkileyen bir liderin, bir fikrin, yeni bir girişimin Türkiye’den çıktığına şahit olmadım.

Bir çok girişken insanımız ve dünyanın neresinde olursa olsun fırsatları kovalayan iş adamlarımız var. Ama iş adamlarımız yeni olanın, heyecan verenin, maceracı olanın değil iyi bir iş anlaşmasının peşinde. Ucuza almak, iyi fiyata satmak. Yanlış anlaşılmasın. Bunu yanlış bulmuyorum. Bu davranışı ve ticaret yapma becerisi ve girişimini yapan herkesi de çok takdir ediyorum. Ancak yeninin peşinden koşma ve dünyayı peşinden koşturma bakışının olmamasından ve bunun için gerekeni yapma cesaretini gösterememekten bahsediyorum sadece.

Biraz daha düşününce bunun cevabını buldum sanırım. Nüfus olarak Türkiye yeterince büyük bir pazar. Tarihsel olarak yokluklardan çıkmış bir ülke. Yönetim şekli olarak devletin şirketler üzerindeki etkisi çok güçlü. Kültürel olarak uzun dönemli planlama yerine hemen gelecek kazançlara yönelen, bütün bunlarla beraber bir de genetik olarak göçebe ve bundan dolayı esneklik ve adaptasyon yeteneği yüksek bir toplum. Bunların hiç biri efsanevi olmaya ve büyük hedefler koymaya engel değil ama çok büyük firmalar ve holdingler bile toplumları peşinden sürükleyen ve heyecanlandıran işlere öncelik vermiyorlar.

Dolayısıyla şunu söyleyebilirim: “Türkiye’de en büyük başarı hayatta kalmak.” Bireyler, liderler, şirketler ve çok büyük kurumlar hayatta kalma içgüdüsü ile hareket ediyorlar. Belki de Hofstede’nin bahsettiği güç mesafesi ölçeğinde Türk toplumunun batı toplumlarına göre yüksek çıkmasının bir sebebi de bu. Şimdiye kadar Türkiye’de dinlediğim başarı hikayelerinin tamamı çabayı, zorlukları, tırnaklarla kazımayı, mücadele etmeyi, pes etmemeyi, kısacası hayatta kalmayı; yani survivor olmayı öğütlüyordu.

Bu da aslında ihtiyaçlar hiyerarşisinde şirketlerimizin ve liderlerimizin hala daha güvenlik boyutunda kaldığını ve az risk alarak kendini korumaya çalıştığını gösteriyor. Güvenlik aşamasını geçip, önce sevgi boyutuna, sonra kendine güven ve ardından da kendini gerçekleştirme aşamasına gelmenin zamanı geldi sanırım.

Umarım geleceği şekillendiren, dünyaya yön veren, dünyanın en iyisi olarak işini yapan ve bunları yaparken de erdemli ve ahlaklı kalarak efsanevi olan bir neslimiz olur. Bu da benim “nasıl bir nesil” tanımım olsun :)

Resmi Türkçe Yayın

Follow

76

10 views0 comments

Comments


bottom of page